Şeytan | Konular | Kitaplar

Kur'an'a göre Nefis Tezkiyesi

Tezkiye; sözlük anlamı itibariyle, temizlenme, arınma anlamına gelir. Nefsin tezkiye olması ise nefsin temizlenmesi, arınması muhtevasını taşımaktadır ve Kur’ân-ı Kerim’de çok açık bir hükümle hepimizin üzerine farz kılınmıştır.

Nefsin nasıl tezkiye olduğuna dair açıklamalara geçmeden önce nefsimizi tanımamız gerekmektedir.

ACABA NEFS, BUGÜNKÜ DÎNİ LİTARATÜRDE İFADE EDİLDİĞİ GİBİ KÖTÜ RUH MUDUR? NEFSE CAN, AKIL GİBİ TANIMLAMALAR YAKIŞTIRMAK BİR KUR’ÂN-I KERİM DOĞRUSU MUDUR?

GELİN BU KAVRAM KARGAŞASINA KUR’ÂN-I KERİM IŞIĞINDA BERABERCE BİR SON VERELİM VE BU KONUDAKİ KUR’ÂN GERÇEĞİNİ GÜN IŞIĞINA ÇIKARALIM!!!

Evvela hidayetin muhatabı olan insanın yaratılış muhtevasına bakıyoruz ve görüyoruz ki insan denen eşref-i mahlûkat Allahû Tealâ tarafından bir fizik beden, bir ruh ve bir nefs üçlüsüyle yaratılmıştır.

Fizik bedenimiz salsalin adı verilen organik bir balçıktan (topraktan) yaratılmıştır. Ve dönüşü de toprağadır.

15/HİCR-26: Ve lekad halaknâl insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.

Şems Suresinin 7.âyet-i kerimesine göre 7 kademede sevva edilen bir nefs vücudumuz vardır.

91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).

Ruhumuz bize Allahû Tealâ tarafından üfürülmüştür. Ve tamamen Allah’ın güzelliklerinden müteşekkildir. Allah’tan gelmiştir ve Allah’ın bizde bir emanetidir.

32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel efidete, kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.

Bütün insanlar doğdukları anda gece ile gündüzü beraberlerinde taşırlar: Nefsiniz gecedir, kalbi %100 kapkaranlıktır. Ruhunuz gündüzdür, kalbi %100 nurla doludur. Nefsinizin kalbi %100 afetlerle, ruhunuzun kalbi %100 hasletlerle doludur. Nefsinizin kalbi sadece afetlerden oluştuğu; afetler de karanlıklarla temsil edildiği için kapkaranlıktır. Bir de ruhunuzun kalbi vardır. O da güneş gibi pırıl pırıldır; çünkü sadece hasletlerden oluşur.

Ne ruhu, ne nefsi, ne de Allah’ın verdiği canı aynı kefeye koymak mümkün değildir. Ruh, Allah’ın insan vücudundaki temsilcisidir, bizde bir emanettir ve bu dünya hayatını yaşarken Allah’a geri döndürülmesi emredilmiştir. Nefsimiz ise şeytanın komuta merkezidir. Şeytan, nefsimizdeki 19 grup afeti kullanarak bize daima şerri emrettiği için Allahû Tealâ’nın bizden istediği şey; nefsimizin kalbinde bulunan 19 gurup afeti ruhumuzdaki hasletlere çevirerek nefsimizi evvelâ tezkiye sonrasında da tasfiye etmemizdir.

NEFS
Nefsimizin kalbinde 19 grup afet (hastalık) vardır
1- Cehalet
2- Cimrilik
3- Dedikodu, gıybet
4- Fitne, fesad
5- Gurur, kibir
6- Hırs, şehvet
7- Hased ve düşmanlık
8- İsyan
9- İptilâlar
10- Kin ve nefret
11- Küfür
12- Mürailik (İki Yüzlülük)
13- Nankörlük
14- Öfke ve gayz
15- Sabırsızlık
16- Vefasızlık
17- Yalan, Tekzib
18- Zulüm
19- Zan
RUH
Ruh ise tamamen nurlarla kaplıdır ve yapısında nefsin tam zıttı olan 19 grup haslet vardır.
1- Sevgi
2- Îmân
3- Doğruluk
4- Adalet
5- Edeb
6- Kemâlât
7- Cömertlik
8- Sükûnet
9- İtaat
10- Sabır
11- Tevazu
12- Kanaat
13- Şükür
14- Ketumiyet
15- Hakikat
16- Meziyet
17- Vefa
18- Samimiyet
19- Tevhid


Nefsin kalbindeki 19 grup afetin kapı dışarı edilmesi ve yerini Allah’ın nurlarına bırakması, Nefs Tezkiyesi adını alır. Nefs tezkiyesi, Allahû Tealâ’ya teslim olmanın en önemli safhalarından biridir.

Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’inde, daima şerri emreden nefsimizi tezkiye ve tasfiye etmemizi üzerimize farz kılmıştır.

12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).

5/MÂİDE-105: Yâ eyyuhâllezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izâhtedeytum, ilâllâhi merciukum cemîân fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ey âmenû olanlar! Nefsleriniz, üzerinizedir (nefsinizin sorumluluğu üzerinize borçtur). Siz hidayette iseniz, dalâletteki bir kimse size bir zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecek.

İnsanların ulaşabileceği güzelliğin en üst noktası, ahsene ulaşmaktır. Ahsen olmak; nefsin kalbindeki bütün afetleri yok ettikten sonra 19 mertebe nefsin kalbini müzeyyen kılarak, iradeyi de Allah'a teslim etmektir. Tîn Suresinin 4.âyet-i kerimesinde ifade edildiği gibi insan, belli bir zaman parçası içinde nefsini ahsen kılabilecek özellikte yaratılmıştır.

95/TÎN-4: Lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm(takvîmin).
Andolsun ki Biz, insanı (nefsini), ahseni takvim içinde (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparak en güzele ulaşabilecek özellikte) yarattık.

95/TÎN-5: Summe redednâhu esfele sâfilîn(sâfilîne).
Sonra onu, esfeli safiline (en sefil hale, nefsinin karanlıklarına) iade ettik (çevirdik).

95/TÎN-6: İllellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fe lehum ecrun gayru memnûn(memnûnin).
Âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler) ve amilüssalihat (nefsi tezkiye edici amel) işleyenler hariç.İşte onlar için kesintisiz ecir (mükâfat) vardır.

Ezelde nefsimiz Allah'a tezkiye ve tasfiye olacağına dair yemin vermiştir.

7/A'RÂF-172: Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).
Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”

5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).
Allah’ın, sizin üzerinizdeki nimetini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misâkınızı hatırlayın. Allah’a karşı takvâ sahibi olun, Muhakkak ki Allah göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.

Bu iki âyet-i kerimeden açıkça anlaşıldığı üzere ruhlarımız Allah’a, bu dünya hayatında ulaşacaklarına dair MİSAK, fizik vücutlarımız Allah’a kul olacaklarına dair AHD, nefslerimiz ise tezkiye ve tasfiye olacaklarına dair Allah’a YEMİN vermiştir. Ruhumuzun Allah'a verdiği misak, nefs tezkiyesiyle paralel bir seyir gösterir ve üzerimize farz kılınan dört teslimden ilkidir. Nefs tezkiyesi yoksa ruh Allah'a ulaşamaz!

Bütün nefsler başlangıç noktasında rehinedirler. Ancak ezelde Allah’a verdiği yemini yerine getirerek tezkiye ve tasfiye olan nefsler hariç.

74/MUDDESSİR-38: Kullu nefsin bimâ kesebet rehîneh(rehînetun).
Bütün nefsler, iktisap ettikleri (kazandıkları) dereceler sebebiyle (karşılığı olarak) rehinedirler (bağlıdırlar).

74/MUDDESSİR-39: İllâ ashâbel yemîn(yemîni).
Yemin sahipleri (yeminlerini yerine getiren nefsler) hariç.

74/MUDDESSİR-40: Fî cennât(cennâtin), yetesâelûn(yetesâelûne).
Onlar cennetlerdedir. (Diğerlerine) sorarlar.

Âyet-i kerimelerden de açıkça anlaşıldığı gibi kişiye düşen; nefsini, yapısında bulunan bütün bu afetlerden temizleyerek, ezelde Allah’a verdiği sözü yerine getirmesidir.

TEZKİYENİN TEMELİNDE BİR TEK DİLEK VARDIR: ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEK
Kim Allah’a ulaşmayı dilerse ancak onlar, nefslerini tezkiye ve tasfiye edebilenlerdir. Eğer dilemiyorlarsa, nefs tezkiyesi oluşmaz! Nefsinizin kalbinde %49 fazl ve %2 rahmet birikimi oluştuğunda yani nefsin kalbindeki nurlanma %51'i bulduğu anda nefsinizi tezkiye etmişsiniz demektir. Tasfiye, bunun ötesindeki işlemin adıdır; nefsinizin kalbinin %100 nurlarla dolmasıyla gerçekleşir. Herşey Allah'a ulaşmayı dilemekle başlar.

28 basamaklık İslâm merdiveninde bütün insanlar hayata geldikleri andan itibaren olaylar yaşarlar, olayları değerlendirirler. Allah'ın imtihanlarında bir tavır koyarlar ortaya. Her sene birkaç kere bütün insanlar musîbetlerle imtihan olurlar. O musîbetlere nasıl cevap verecekleri, onlardan nasıl etkilenip hangi davranış biçimiyle reaksiyon vereceklerini Allahû Tealâ devamlı takip eder. Bu, Allah'ın sünnetullahıdır. Bunlardan Allah'a ulaşmayı dilemeyenler her zaman insanların %90'dan fazlasını oluştururlar. Kendileri Allah'a ulaşmayı dilemedikleri gibi, diğer insanların da Allah'a ulaşmayı dilemelerine mâni olurlar. İşte bu insanlar, Allahû Tealâ tarafından asla seçilmezler. Başkalarının hidayetine mani olmayan tüm insanlar Allah’ın seçtikleridir. İşte bu seçilenler arasından kim Allah'a ulaşmayı dilerse o, 28.basamaklık İslâm merdiveninin 3. basamağına ulaşır. Dilemeyenlerin hepsi 2. basamakta kalırlar ki, insanların %90'ından fazlası ne yazık ki, bu basamakta kalacak olanlardır.

Allah'a ulaşmayı dilemek, konunun başlangıcını teşkil etmektedir. Nefs tezkiyesinin de olmazsa olmaz şartı, Allah'a ulaşmayı dilemektir. Dilemeyen kişi ne kadar zikir yaparsa yapsın, nefs tezkiyesine adım atamaz.

Her kim kalbî bir dilekle Allahû Tealâ’ya derse ki;

“Ey Yüce Allah’ım! Nasıl onca ermiş evliyan varsa, ben de onlar gibi ruhumu Sana ulaştırmak istiyorum. Ne olur benim de ruhumu Sana ulaştır. Amin.”

İşte bu dilekle o kişi, Allah’a yaklaşım basamaklarında yol almaya başlar. Bu, kişinin manevî tekâmülünün başlangıç noktasıdır. 3.basamakta bu dileğin sahibi olan kişiye 4. basamakta Allah, Rahmân esmasıyla tecelliye başlar ve kişiye ardı ardına furkanlar verir. Ve bu furkanların herbirinde ona derecat kazandırır ve günahlarını örter. Günahları örtülen kişi mutlaka sevapları günahlarından fazla olan birisidir. O kişi Allah'ın cennetine ehil olmuştur. Çünkü cennete gitmenin şartı, sevapların günahlardan fazla olmasıdır. Allahû Tealâ Allah'a ulaşmayı dileyerek takva sahibi olanlara 7 tane furkan verileceğini ve günahlarının örtüleceğini Enfâl-29’da ifade etmektedir.

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.

Allah’a ulaşmayı dileyen kişiye Allahû Tealâ mutlaka mürşid sevgisi verir ve kişinin hacet namazı kılması halinde onu mutlaka mürşidine de ulaştırır. Kişinin Allah’a ulaşmayı dilediği an örtülen günahları, mürşide tâbî olduğu an sevaba çevrilir (14.basamak).

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir).

Hiç kimsenin Allah’a ulaşmayı dilemedikçe ruhunu, fizik bedenini, nefsini ve iradesini Allah’a teslim etmesi mümkün değildir. Bu dört teslimin yerine getirilmesi, kişinin kalben Allah’a ulaşma talebiyle birlikte mürşidine tâbî olmasına bağlı bir vetiredir. Kişi Allah’a ulaşmayı dilediği takdirde Allah ona mürşidini gösterir. Allah’ın nurlarının (salâvât, rahmet ve fazl) kişinin göğsünden kalbine ulaşmasını sağlayacak olan da, kişinin mürşidine tâbi olduktan sonra yapmaya başladığı zikirdir. Allah’ın rahmeti ve fazlı olmadıkça hiç kimsenin nefsini tezkiye etmesi mümkün değildir.

24/NÛR-21: Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah’ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir) Alîm’dir (en iyi bilendir).

Allah’ın rahmeti, fazlı ve salâvâtı sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler içindir.

4/NİSÂ-175: Fe emmâllezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).
Böylece Allah'a âmenû olanları (ölmeden önce ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenleri) ve O'na (Allah'a) sarılanları ise, (Allah) Kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran "Sıratı Mustakîm"e hidayet edecektir (ulaştıracaktır).

Kişinin kalbine Allah’ın rahmetini ve fazlını taşıyan tek anahtar ise zikrullahtır; Allah isminin “Allah, Allah, Allah…” diye ardı ardına sesli ya da sessiz tekrar edilmesidir.

57/HADÎD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Allah’ın zikri ile ve Hakk’tan inen şeyle (Allah’ın nurları ile), âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşû duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.

NEFS TEZKİYESİNİN ANAHTARI ZİKİRDİR
Kalpler ancak Allah’ın zikriyle temizlenir ve mutmain olurlar.

13/RA'D-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu).
Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah’ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak; Allah’ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?

Günümüz İslâm tatbikatında ne yazık ki zikir de farzların arasında yer almamaktadır. Hâlbuki Allahû Tealâ zikri de, çok zikri de ve daimî zikri de farz kılmıştır.

73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.

33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhâllezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).
Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.

4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alâl mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, "vakitleri belirlenmiş bir farz" olmuştur.

Muzzemmil Suresinin 8. âyet-i kerimesi nefs tezkiyesinin anahtarıdır sevgili okurlarımız; Allah'ın ismiyle zikretmek. Kişi zikrini devamlı surette artırmak mecburiyetindedir. Bir gün öyle bir noktaya ulaşacaktır ki daimî zikrin sahibi olacaktır. "Allah'ın ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek Allah'a ulaş." ifadesi, nefs tezkiyesini, ulaşılacak sonuç itibariyle vermektedir. Yani kim nefsini tezkiye ederse ruhu Allah'a ulaşır.

Nefs tezkiyesi, Allah’a ulaşmayı dileyen kişiye Allah'ın bir ikramıdır. Ve mutlak surette kişiye cennetin 3. katına kadar olan kesimi sağlar. Herkesi mutlaka oraya ulaştırmak üzere Allah'ın sözü vardır: Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, dileyeni mutlaka Kendisine ulaştıracağına dair kesin teminat vermiştir.

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salât(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr(masîru).
Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).